Geçtiğimiz Mayıs ayında Pankuş Yayınları tarafından ilk baskısı yapılan Atatürk Cumhuriyeti’ni Yeniden Kurmak başlıklı kitabımda sosyal demokratlar ile Atatürkçülük arasında farklılıklar olduğu ve hatta sosyal demokratların Atatürk Cumhuriyeti’nin laiklik ve ulus-devlet gibi temel kurucu ilkelerine tehdit oluşturduğu görüşünü savundum. Bu görüşün karşısında sosyal demokrasi ile Atatürkçülüğün örtüştüğüne dair tarihsel ve toplumsal gerçeklikle uyuşmayan zorlama iddiaları dile getirenler zaman zaman ortaya çıkabilmektedir. Bu iddiaların zorlama olduğunu ortaya koymak Atatürkçülüğün özgünlüğünü göstermek açısından önemlidir. Ama daha önemlisi, Atatürk Cumhuriyeti’nin geldiği kırılma noktasında bu tartışma akademik olmaktan öte Türkiye’nin siyasi geleceği için de yaşamsal nitelik taşımaktadır. Çünkü 1990 sonrasında kimlik siyaseti yapan sosyal demokratlar Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu temelleri olan laiklik ve ulus-devlet için tehdit oluşturmaktadır.

Kendisini “Sosyal demokrat”, “Demokratik sol” diye tanımlayan partilerin Cumhuriyet’in ilke ve hedeflerinden giderek uzaklaşarak, gelişmiş ülkelerdeki örneklerinde olduğu gibi küreselleşmenin etkisinde hedefsiz kalması, kimlik siyasetinden medet umması önemli bir rol oynamıştır. Türkiye’de din vesayetinin kaldırılamadığı, bireyin özgürleştirilemediği bir ortamda Batı’dan etkilenerek kimlik siyasetine yönelmenin Türkiye’nin kurucu temelleri olan laiklik ve ulus-devlete tehdit oluşturduğunu ve emperyalizme hizmet ettiğinin bilincine varamamışlardır. Emperyalizmin desteklediği siyasal İslamcılık ve etnik ayrımcılığın son kırk yılda ülkenin enerjisini madden ve manen tükettiğini artık görmek gerekir. Eğer CHP’de sosyal demokratlar yerine Atatürkçüler egemen olsaydı, sosyal demokratlar kendi partilerini kurmuş olsaydı, CHP Atatürk Cumhuriyetçiliğinin hedefinin bireyi özgürleştirmek olduğunu, ancak özgürleşen bireyin zenginleşebileceği mesajını anlatmaya yoğunlaşacak, siyasal İslamcılığın bireyi kullaştırdığını, kullaşan bireyin yoksullaştığını anlatabilecekti. Kaldı ki, Atatürk Cumhuriyetçiliği, eşitlikler konusunda din, mezhep ve etnik ayrımı yapmadan kamucu özelliğiyle sosyal demokrasiyi aşan kapsamlı çözümlere odaklanırken, sosyal demokrasi, üretildiği emperyalist toplumların çıkarlarını yansıtan inanç ve etnik kimlik temelli yaklaşımlarla toplumdaki sorunları çözmek yerine derinleştirmektedir:

Atatürkçülük din vesayetini aşamamış olan Türk toplumunda bireyin özgürleştirilmesini ve bilinçli vatandaş olmasını hedefleyen politikalar geliştirilmesini savunur. Sosyal demokrasi ise Türk toplumunun Batı toplumları gibi din vesayetini aşmış olduğu, gelişmiş kapitalist bir toplum olduğu varsayımıyla hareket eder, Sosyalist Enternasyonelde yer alır.

Sosyal demokrasi emperyalizmin ürünüdür, emperyalizme hizmet eder. Atatürkçülük emperyalizm karşıtı, tam bağımsızlıktan yanadır. Bizim özümüzden çıkmış, milli bir akımdır.

Sosyal demokrasi bağımsızlık konusunda hassas değildir, ekonomiyi IMF’ye, dış politikayı ikili anlaşmalarla ABD’ye, dış ticareti Gümrük Birliği ile AB’ye teslim etmekten çekinmemiştir. Atatürkçülük tam bağımsızlıktan, diğer ülkeler ile eşit ilişkilerden yanadır. Atatürkçülük, Türkiye’nin karar mekanizmalarında yer almadığı Gümrük Birliğini değil, ancak tam eşit üye olarak veto hakkı olduğu AB’yi seçenek olarak göz önünde bulundurabilir.

Sosyal demokrasi tarikatlar ve cemaatlere ifade özgürlüğü çerçevesinde hoşgörü ile bakar. Laiklik ve halkçılık ilkelerine dayan Atatürkçülük ise konuyu bireyin özgürlüğü için vazgeçilmez olan laiklik ilkesi temelinde değerlendirir ve bireyleri kullaştırıcı özelliğinden dolayı tarikat ve cemaatlere karşıdır. Onun içindir ki demokratik solcu Bülent EcevitFetullah Gülen’e meftun olabilmiş; sosyal demokrat Y-CHP, FETÖ’cüleri milletvekili ve danışman yapmakta sakınca görmemiş, tarikat ve cemaatlere karşı tavır alamamış, Diyanet Akademisine kabul oyu vermiş, ülke yoksulluk, hayat pahalılığı, işsizlik, yolsuzluk altında ezilirken türban tartışması açmıştır.

Sosyal demokrasi etnik, mezhepsel kimlikleri ön plana çıkarır, toplumu ayrıştırır, Atatürkçülük ise bireylerin özgürlüğü temelinde bütünleştirir. Sosyal demokrat CHP’nin kurultayında genel başkanının kimlik vurgusu yaparak genel başkanlığı kazanması, parti delegelerinden tepki almaması, en son olarak içinde siyasal İslamcıların da yer aldığı ittifakta diğer partilerle birlikte yapılan kimlik siyaseti vurgusu Atatürkçülükten ne kadar uzaklaşıldığını da göstermektedir.

Sosyal demokrasi için ulus-devlet önemli değildir. Atatürk ise Türkiye Cumhuriyeti’ni ulus-devlet temelinde kurmuştur. Atatürk’ün kurduğu CHP’nin son seçim bildirgelerinde sürekli olarak “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekinceleri kaldıracağız” vurgusu yapması, Atatürk’ten uzaklaşıp, sosyal demokrat kimliği benimsemesinin normal bir sonucudur.

Bu değişimde küresel güçlerin Cumhuriyet’in kurucu ilkelerinden hoşnutsuzluğunun yanı sıra etnik ve mezhepsel açılardan ayrışmış bir Türkiye görme arzuları da yatmaktadır. Ancak bu gelişmeler Türkiye’de toplumsal barışı olumsuz etkilemekte, toplumun tümünü ilgilendiren kalkınma, adalet, demokrasi, eğitim gibi temel sorunların çözümü yerine ayrışma yaratan kimlik siyasetine enerji harcanmasına yol açmaktadır.

Sağ-Sol Olarak Bölünerek Değil Kurucu İlkeler Temelinde Cumhuriyetçiler olarak Bütünleşerek Siyasal İslamcılığı Aşabiliriz

Kamuoyu araştırmaları da toplumun sadece küçük bir azınlığının kendisini sosyal demokrat olarak tanımladığını, kendisini Atatürkçü, milliyetçi ve demokrat olarak tanımlayanları da kapsayan Cumhuriyetçilerin çoğunluğu oluşturduğunu ortaya koymaktadır (1). Bu veriler, Türkiye’deki toplumsal ayrışmanın Cumhuriyet’in kuruluşundan yüz yıl sonra bile, Batı toplumlarında olduğu gibi sağ-sol arasında değil, Cumhuriyetçilik ile siyasal İslamcılık arasında olduğu tezini teyit etmektedir. Kaldı ki, toplumda din vesayetini arttırmayı amaçlayan siyasal İslamcıları, dini sadece bireysel vicdan düzeyinde kabul eden Batı toplumlarındaki sağ ile özdeşleştirmenin yanlışlığı ortadadır. O zaman, Türkiye’de Cumhuriyetçilik-siyasal İslamcılık ayrımı temelinde yeniden bir siyasal yapılandırma olmadan, siyasal İslamcılıkla mücadelede başarılı olunmayacaktır. Kimlik siyasetinden, özellikle siyasal İslamcılarla işbirliğinden medet ummanın ülke sorunlarını daha da derinleştireceği, Cumhuriyet’in laik ulus-devlet niteliğine tehdit oluşturacağı görülmelidir. Türkiye’nin içinde bulunduğu çöküşten çıkış için Atatürk ilke ve hedeflerini savunan Cumhuriyetçi bir halk hareketinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

Türkiye’de bugün kurucu ilkeler temelinde demokratik çıkış için yeterli Cumhuriyetçi çoğunluk vardır. Bu gerçek, çöküşten çıkış için kurucu ilkelerin ve hedeflerin neler olduğunu anlatacak Cumhuriyetçi bir siyasi hareketin gerekliliğine işaret etmektedir. Böyle bir hareket ortaya çıktığı zaman Cumhuriyetçi çoğunluğun daha da artacağına hiç kuşku yoktur. İnsanların yoksulluk, işsizlik, pahalılık altında ezildiği, gelecekten umut kestiği bir ortamda, kurucu ilkeler yeniden aydınlık bir geleceği sağlayacaktır.

Gökhan Çapoğlu (2022) Atatürk Cumhuriyeti’ni Yeniden Kurmak. Pankuş Yayınları, Ankara. s.161-65.

Paylaş