Mustafa Kemal Paşa, yanındakilerle 16 Mayıs 1919 Cuma günü İstanbul’dan Bandırma Vapuruna binerek Samsun’a dümen kırdılar. Vapura bindikleri günün cuma olması rastlantı değil. Yolculuk başlamadan önce Eski Bahriye Nazırı Rauf Bey, Atatürk’ü öldürülebilecekleri konusunda uyardı. Aşacakları yol, Karadeniz’di. Bandırma Vapuru, hırçın dalgalı denizde yol aldı korkusuzca. Yükü çok ağırdı. Çünkü ülkemizi kurtaracak başları taşımaktaydı.

         Bandırma Vapuru, İnebolu ve Sinop limanlarına uğradı. Ancak yolcular, inmediler uğrak yerlerinde. Vapurun Kaptanı İsmail hakkı Durusu, Mustafa Kemal Paşa’nın yolculuk sırasında sürekli düşündüğünü anlattı sonradan.

         Atatürk ve arkadaşları, 19 Mayıs Pazartesi günü sabahı saat 07.00’de Samsun’a çıktılar. Paşa, Samsun’da altı gün kaldı. 24 Mayıs günü Havza’ya gitmek için kentten ayrıldı. Ardından Amasya, Erzurum, Sivas ve Ankara… Kurtuluş Savaşının izlencesi, örgütlenmesi sağlandı Anadolu’nun bağrında. Kurtuluş, ancak halkla olurdu. O da öyle yaptı. Halkın katılmadığı bir savaş, başarılı olamazdı. Anadolu’yu kent kent dolaşan aslında Atatürk değildi, bir ulus ayağa kalkmış onunla yol alıyordu İnönü, Sakarya, Dumlupınar ve İzmir’e doğru.

         Atatürk, 16 Mayıs 1919’da ayrıldığı İstanbul’a sekiz yıl sonra, yani 1 Temmuz 1927’de geldi. Neden mi?

         İstanbul’un varsılları, sözde aydınları Atatürk’e ve Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkmışlardı. Mütareke basını, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına ağza alınmayacak hakaretlerde bulundu. Kurtuluş Savaşı’nı engellemek için ellerinden geleni artlarına koymadı İstanbul basının kalemşorları. İstanbul basının bir bölümü işgalcilerin yanındayken Akşam, İkdam, İleri başta olmak üzere bazıları da Atatürk’ün yanındaydı. Anadolu basının ezici çoğunluğu Kurtuluş Savaşı’nın sesiydi. Atatürk Ankara’ya gelir gelmez Hakimiyet-i Milliye’yi (Ulus’u) çıkardı arkadaşlarıyla.

         Özellikle İstanbul’un bir kesimi, Kurtuluş Savaşı’na soğuk baktı. İşgal güçleriyle iyi geçindiler. Bazı kendini bilmezler, işgalci Avrupalıların yurdumuza uygarlık getireceğini dile getirdi utanmazca. Kimi işgal subayları için balolar, geceler düzenledi. O gecelerde bir günah denizine yelken açıldı. Kimileri ise “Aman işgalcileri kızdırmayalım, yoksa daha kötü davranırlar.” diyerek onursuz bir teslimiyetin doruğuna çıktı. İngiliz ya da ABD mandası olmayı tartıştılar kendi aralarında. Zaten padişah ve çevresi, işgal güçlerine kesin bir teslimiyetin içindeydi.

         İstanbul’un tuzu kuruları, işgalcilerle işbirliği yapmaktayken yoksul kesim ise dişiyle tırnağıyla Anadolu’nun yanındaydı. Kendi aralarında örgütlendiler. Bu örgütlenmede bazı subayların katkısı yadsınamaz. Anadolu’ya silah ve insan taşıdılar gizlice ve korkusuzca.

         Osmanlının iki yüzden fazla paşası vardı. Peki, bunlardan kaçı geçti Anadolu’ya? İlk başta beşi… Ardından birkaç kişi daha katıldı ulusun kutsal savaşına. Oysa İstanbul’da kalan paşaların hepsi okumuş kişilerdi. Kurmaydı. Kurmay olmak için de önce Harp Okulunu bitirip subay olacaksın. Sonrasında da Harp Akademisinin zorlu kurmaylık eğitiminden geçeceksin. Okur yazar olmayan Anadolu köylüsünün gördüğü kurtuluş ışığını bu paşaların görmemesi ilginç değil mi? Mustafa Kemal Paşalarını bağırlarına basan Anadolu’nun yoksul insanlarının gösterdiği öngörüyü; Mütareke basının ve işgal güçleriyle yabancı dille konuşan sözde aydınların fark edememesi niyedir? İşte Atatürk, Kurtuluş Savaşı’na yapılan bu ihaneti yaşamı boyunca içine sindiremedi. İstanbul’a küskünlüğünün nedeni budur.

         Atatürk: “Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir.” diyerek günümüze ışık tutmakta. Demek ki yurtsever olmanın, gerçeği bilmenin, bilimin yolundan gitmenin diploması yok Atatürk’e göre. İnsanın yürekli, gönül gözünün açık, yardımsever, insancıl olmasının okulu henüz bulunmamakta. Diploması var diye diplomasızı aşağılayanların ne demli insanlık suçu işlediklerinin tanığıyız. Bunları söylerken genelleme yapmaktan sakınırız. Her kesimde bulunan insanların içinde iyi de kötü de var. Zaten doğada her şey karşıtıyla bulunmakta. Kötü olmasaydı iyi olur muydu?

         Dün olduğu gibi bugün de kimi sözde aydınlar, emperyalizmin yedeğindeler. Varlıkları, rotaları Atlantik… Atatürk Bandırma Vapuruyla kurtuluşu, umarı, var olmayı Anadolu’da ararken onlar ise kör bir batıcılıkla kişisel kurtuluşlarının peşinde. Onların kitabından toplumsal düşünmek çoktan silinip gitmiş. Liberalizmin benciliği gönül gözlerini köreltmiş.

         Atatürk’ün şu sözleriyle yazımı bitireyim: “Gücümüzü ve varlığımızı korumak, ulusal hedefi sağlamak için gerçek dayanağı dışarıda değil, içeride bulacağız. Kendi vicdanımızda…”

         Evet, gücümüzü yüreğimizden, vicdanımızdan ve ulusumuzdan alacağız. Çünkü başka seçeneğimiz yok!

         19 Mayıs’ın 104. Yılında, Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun.

                                                                                Adil Hacıömeroğlu

                                                                                19 Mayıs 2023

Paylaş